
1.3. Türk Kültüründe Aileye Bakış Açısı
Türk kültüründe aileye saygı ve değer açısından büyük hürmet gösterilir. Türkler için aileyi; geçmişten günümüze gelerek, geçmiş ile gelecek arasında bir köprü görevi üstlenen kültürel bir miras gözüyle değerlendirmek söz konusudur. Türk aile yapısını göz önüne alındığında daha çok ‘’Ataerkil Aile’’ yapısı dikkatimizi çekse de ilk Türk topluluklarında baba, kadın gelecek olarak görülen çocuk aynı değere sahiptir.
‘’Ailenin reisi baba idi. Ancak aile fertleri üzerinde babanın herhangi bir baskısı yoktu. Bir taraftan bakıldığında babanın göstermelik bir yetkisi vardı. Eski Türk devletlerinde var olan eşitlik, adalet, faydalılık ve kişilik aile temelli olup, ilk kez Türk ailesinde görülmekte idi. Hür bireyler yetiştiren, kişisel hak ve hukukla donatılmış, hakları güvence altına alınmış, fayda ve faydacılığın ön plana çıkarıldığı Türk ailesinde her bireyin sorumlulukları vardı.’’ (Durmuş, 2016: s. 130).
Her birinin üzerine düşen bir görev ve aile için bir emek gösterme şartı vardır. Yalnız Türk topluluklarında bu durum bir şart olarak görülmeyip, şart olarak tanımlanan bu tutum zamanla üzerine düşen görevi yerine getirme arzusunun içinde kaybolmuştur. Tarihe damgasını vuran Türk milletinin diğer milletlerden ayrılan en büyük özelliklerden biri olarak, aileye ve aileyi oluşturan üyelere verdiği değer gözümüze net bir şekilde çarpmaktadır. ‘’Oğuzlar için ailenin temeli olan ana, baba hakkı Tanrı hakkı olarak ifade edilmektedir.’’ ( Aliyeva, 2020: s. 104). Türkler için anne ve babanın rızası kazanmak, Tanrı’nın rızasını kazanmak yolunda son derece önemlidir. Türk topluluklarında çocuk, ailesine kendisini ispat etmek ister ve bu yolda mücadele eder. Türk kültüründe aileye olan bağlılık toplum tarafından bir insanın karakter analizini yapmakta bir ölçüt kabul edilir. ‘’Ailesine saygısı olmayan bir bireyin hiçbir şeye saygısı olmaz.’’ mantığı Türk toplumlarının hafızasında yer edinen tutumlardan biridir. Bir insan hakkında çıkarım yapmak gerektiğinde ilk olarak o insanın ailesine karşı olan tutumuna bakılır. Türklerin aileye karşı olan bu tutumu tarihe damga vurmasını sağlayan bir millet haline gelmesinin nedenlerinden biridir.
‘’Türklerde aile devletin en küçük modelidir. Ailede çocuklar üzerinde babanın otoritesi, devleti yöneten hükümdarın millet üzerindeki otoritesine benzer. Türk devletleri ile imparatorlukların çekirdek ve mayası birleşen ve büyüyen tecrübeli Türk ailelerine dayanırdı. Kınık, Kayı, Bayındır gibi boylar bunun canlı misalleridir.’’ (Başar, 2009: s. 117).
Dünyaya 600 yıl hükmeden Osmanlı Devleti’nin bir aileden beyliğe beylikten güçlü bir devlete dönüş süreci, Türk kültüründe ailenin yerini açık bir şekilde ortaya koyar. Aile içerisinde olan bağlılık ve düzen, devletin temelini sağlamlaştırmıştır. Bu şekilde ortaya çıkan Türk devletleri, tarihte kalıcı izler bırakmayı başarmışlardır. Toplumun en küçük parçası olan ailede başlayan bu bağlılık aynı özenle devlet anlayışına yansımış ve bu çizgide devletler kurulmuştur. Osmanlı Devleti’nin duraklama döneminde aile yapısının bozulması ve buna bağlı olarak hanedan içi sorunlar ile kültür bağının kopması gibi süreçler Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında önemli etmenlerden biri olarak görülür. Türk kültürü denince güzîde kaynakların başında gelen Dede Korkut destanlarında aileye şerefine verilen değerin, kendi canından daha öte olduğu dikkat çekmektedir. Aileye karşı olan sadakat candan da canandan da öte gelir. Salur Kazan’ın evinin yağmalandığı destanda; Salur Kazan’ın oğlu ve karısı düşmanın eline düşmüştür. Düşman esir aldığı 40 kadın arasında Salur Kazan’ın karısını bulup kendisine hizmet etmesini ister. Bir bey karısının bu duruma düşmesinin ölümden beter olduğunu bilinen Burla Hatun ortaya çıkmaz. Düşmanlar, ortaya çıkmadığı sürece Salur Kazan’ın oğlu Uruz Han’a çeşitli işkenceler eder. Oğlunun bu durumda olduğunu görünce ortaya çıkmayı düşünen Burla Hatun, Bu durumu fark eden acımasız düşman işkenceleri karşısında dik duran Uruz Han annesine şöyle hitap eder; (Ergin, 2017: s.37- 59).
‘’Sakın kadın ana menüm üzerüme gelmeyesin. Menüm için ağlamayasın. Ko beni kadın ana çengele ursunlar. Ko, etümden çeksünler, kara kavurma etsünler. Kırk beg kızınun önüne iletsünler. Anlar bir pare yedügünde, iki pare yegil, seni sası dinlü kafirler bilmesünler, duymasınlar. Ta kim sası dinlü kafirin döşeğine varmayasın; sağrağın sürmeyesin: atam Kazan namusun sımayasın, sakın. ( Aliyeva, 2020: s. 101).
Düşmanın elinde oğlunun acı çektiğini görüp gözyaşı döken Burla Hatun’u gören Uruz Han annesine bir kez daha seslenir;
‘’Kadın ana karşum alup ne böğürürsün? Ne buzlarsın ne ağlarsın. Bağrumla yüreğüm ne dağlarsın? Geçmiş menüm günümü ne andurursun? Hey ana! Arabi atlar olan yerde bir kulunu olmaz mı olur? Kızıl develer olan yerde bir köşeği olmaz mı olur? Ağca koyunlar olan yerde bir kızıcağı olmaz mı olur? Sen sağ ol kadın ana babam sağ olsun. Bir menüm gibi oğul bulunmaz mı olur?’’ (Aliyeva, 2020: s. 101).
Türkler, aile onurunu kendi canından öte tutar ve korur. Kültürel miras olarak günümüze gelen bu tutum devam etmektedir. Türk kültüründe aileye bakış açısının tarihte birçok etkisi görülmektedir. Kusursuz bir devlet anlayışının ortaya çıkması, yüzyıllar boyu süren bir egemenliğin temeli ilk olarak ailede atılmış ve söğüt ağacı misali bütün dünyaya yayılmıştır. Aileye karşı olan bu tutum geçmiş kültürümüz ile kopmayış açısından umut verici bir durumdur. Günümüzde dahil olmak üzere bu anlayış Türk topluluklarında devam etmektedir.




