
2.1. Türk Tarihinde Kadına Verilen Değer
Verilen Değer Türkler, geçmişte kadın ile erkek arasında ayrım yapmayan özel bir millettir. Kadın ile erkek eşit olarak görülür ve aynı ayrıcalıklar içerisinde bir yaşam sürmüşlerdir. Geçmişte günümüzde batı olarak tanımladığımız milletler, kadınları köle olarak görmüş ve değersiz hissettirmişlerdir. Çağdaşı olan toplumların aksine Türkler, tarih sahnesine çıktığı ilk andan îtibaren kadına saygı göstermiş ve onu el üstünde tutup, değer vermişlerdir. ‘’Eski Türklerde kadın evin sahibi idi. Bundan dolayı ev kadını için söylenen en yaygın söz de “evci” idi.’’ (Başar, 2009: s. 13).
Kadına karşı olan bu bakış açısı kültürel bir miras olarak görülmektedir. Bu konuda olan titiz tutumuyla geçmişten bize kalan miras olarak gördüğümüz yazılı kaynaklarda açık bir şekilde hissedilmektedir. Söz konusu metinlerde kadın hep bir güzellik unsuru olarak görülmüş ve kadından övgü ile söz edilmiştir. ’’Oğuz Kağan Destanında, Oğuz Kağan’ın av sırasında gördüğü kız, ağaç kavuğunda, çok güzel, gözü gökten daha gök, saçı ırmak gibi dalgalı, dişi inci gibiydi şeklinde tarif edilmektedir.’’ (Yücetürk, 2010: s. 15).
Kadın güzellik unsuru olarak görüldüğü kadar kadına çeşitli ilahi varlık özellikleri yüklenerek kadına ulaşılamayacak kadar yüce, güçlü ve ulaşılması güç olan sıfatlar lâyık görülmektedir. Türk kültüründeki kadına bakış açısı yazılı metinlerden gerçek hayata yansımasının etkisini derin bir şekilde hissettirmektedir. ‘’Yaratılış Destanında Tanrı’ya yaratma ilhamını veren Ak Ana ışıktan bir kadın hayalidir. Ak Ana (denilen bir kadın hayali görünerek) Tanrı’ya yarat dedi.’’ (Yücetürk, 2010: s. 16). Bu verilen örnekten hareketle kadın, hayatın devam edilebilmesi için bir ilahi varlık olarak tasvir edilmiş ve kadının değeri net bir şekilde vurgulanmıştır. ‘’Baş kurtlar’ın KazakKırgızların “Kuzu körpeç ve Bayan” destanlarında da kadın bir melek olarak tasvir edilmiştir.’’ (Yücetürk, 2010: s.16).
Bu bilgiler ışığında Türklerin kadına verdiği değer yalnızca dış görünüş olarak değil, kutsal bir varlık özellikleri yükleyecek kadar hayal gücü ve hayatının içerisinde benimsenmiş bir konuma sahip olmasından kaynaklanmaktadır.
Eski Türklerin kadına kutsal bir varlık misyonu yüklemesinin derin sebeplerinden biri de Türk kültüründeki Şamanizm etkisi olabilir. Şamanizm, kadına doğrudan ilahi varlık özellikleri yüklemiştir. ‘’Eski Türkler hem demokrat hem de feministtiler. Türklerin feminist olmasının başka bir nedeni de eski Türklerce Şamancılık’ın kutsal bir güce dayanmasıydı. Türk şamanları, büyü gücüyle olağanüstülükler gösterebilmek için kendilerini kadınlara benzetmek zorundaydılar. Kadın giysileri giyer, saçlarını uzatır, seslerini inceltir, bıyık ve sakallarını tıraş ederlerdi.’’ (Gökalp, 2015: s. 155).
Şaman inancının Türklerde kadına bakış açısının değişmesinde ve bu değerin ortaya çıkmasında bir etkisi olduğu düşünebilir. Fakat bu konuda kesin bir yargıya ulaşmak mümkün değildir. Türk kültüründe kadın yalnızca dış görünüşü ile övülmez. Türk kültüründeki kadın figürü gerek yiğitliği gerek ise davranışları ile övgüyü hak edecek konuma her zaman sahip olmuştur.
Türk kültüründe kadın çoğu zaman yol gösterici görevi üstlenir. Kadının sözüne değer verilir, dinlenir. Bu durum hükümdar olan erkekler için bile geçerli olmuştur. Kadın, çoğu zaman devlet yönetiminde de etkisini hissettirmiştir. Kağanın aldığı her kararın üzerindeki etkisi tartışılmazdır, sözü sayılır. Türk töresine göre kadının bütün içtimai işlerde erkekle beraber bulunması şarttır. Hatun da devlet idaresinde hakanla aynı haklara sahipti. Fermanların muhakkak surette “Hakan ile Hatun buyurur ki …” diye başlaması lazımdı. Sadece “Hakan buyurur ki…” diye başlayan fermanların hükümleri bazı yerlerde yerine getirilmezdi. Hatun, Hakan’ın solunda otururdu. Siyasi konuşmalarda, elçilerin kabullerinde hazır bulunur ve harp meclisine iştirak ederdi. Uluğ Yasa’da kadın haklarını koruyan müeyyideler mevcuttur. (Başar, 2009: s. 88).
Türk kültüründe kadın, her alanda söz sahibi olmuştur. Bu tutum tarih içerisinde değişen ve gelişen Türk devletlerinin değişmeyen özelliklerinden biridir. Kadının fikirlerine değer verilir. Kadının sözünü dinlememenin bedellerinin de olabileceği mesajı dikkat çekmektedir. Kırgızlara ait olan Manas Destanın da: ’’Kahramanlar ciddiyet ve soğukkanlılıklarını kaybederek ahlak dışı bir iş yapacakları sırada onları kadın kurtarır. Kadının sözüne kulak asılmadığı gün kahramanın ölümüdür.’’ (Yücetürk, 2010: s. 16). Örneğinde görüldüğü gibi kadının sözünün sayılmadığı yerde bedel ödeme söz konusudur. Türk destanlarında kadınlara sıkça bu konuda atıflara yer verilmiştir. Yukarıda verilen bilgiler ışığında Türk kültüründe kadının bu övgüler içerisinde olması tesadüf değildir. Bu destanların yazıldığı dönem şartlarının doğal olarak tam anlamıyla bilinebilmesi mümkün değildir. Destanlar ve diğer edebi türlerde sözü edilen bakış açıları göz önüne alındığında sadece birtakım çıkarımlar yapılabilir. O dönemin yaşam şartları gereği Türklerde kadın, erkeğin yapabildiği her işi yapma gücüne sahipti. Yeri geldiğinde savaşa gider, yeri geldiğinde çocuğuna analık ederdi. ‘’Binicilik, silah kullanma, yiğitlik, Türk erkekleri kadar Türk kadınlarında da vardı. Kadınlar, doğrudan hükümdar, kale korumanı, vali ve elçi olabilirlerdi. ‘’ (Gökalp, 2015: s.156).
Türklerde kadınlar her alanda söz hakkına sahiplerdi. Erkeğin yapabildiği her mesleği, işi yapacak kadar donanımlı ve kabiliyetli bireylerdi. ‘’Savaşa bütün Türkler, kadın-erkek, çoluk-çocuk hep birlikte katılırlardı. Bu savaşlarda tıpkı günümüzde olduğu gibi, kadına büyük işler düşerdi. 10 Türk kadın ve yetişmiş kızlarının boyunlarına sadaklarını asarak içine oklarını koyarak, bellerine kılıçlarını kuşanarak yakın muharebelere katıldıkları gibi uzak muharebelere de katıldıkları muhakkaktır.’’ (Yücetürk, 2010: s. 83). Türkler tarih sahnesine çıktığı zamanlardan başlayarak uzun bir süre göçebe bir yaşam sürmüştür. Bu sebeple kadın ile erkek birbirine yoldaş, dayanak olmuştur. Yaşam şartlarının bu zorluğu kadın ile erkek arasındaki eşitsizliği ortadan kaldırmıştır. Kadın ile erkeğin bu kadar birbirine destek oluşu ve hayatın zorluklarına beraber göğüs gerişiyle birlikte kadın ile erkek arasındaki fark ortadan kalkmıştır. Türk kültüründe kadına karşı olan bu tutumun temel kaynağı bu dönemlerden gelen bağlılık ve sadakat duygusunun gelişmesinin bir sonucu gösterilebilir.